''Yalnızlar'''ı okurken de okuduktan sonra da kapağındaki fotoğrafa baktım durdum. Birbirlerine dokunacak kadar yakınken, sırtını dönmüş iki insan... Onları birbirlerinden ayıran bankı kaldırıp yerine ne istersem onu koyabilirdim. Örneğin etnik kimlik ya da cinsiyet, bir başkasını kendime ya da kendimi bir başkasına yabancılaştıran ne varsa...
Oğul Krikor, anne Yeranik, teyze Pupul... Varlık Vergisi darbesini yemiş bir Ermeni ailesi. Önce birbirlerine sonra da çevrelerine yabancılaşmış, içlerine kapanmış, ''Yalnızlar'''ın ilk yalnızları... Oğul Erol, anne Mübeccel, Baba Osman Bey, teyze Seniha... Ellili yıllarda baş veren 'yeni zengin'lerden biri olmaya aday bir başka aile. ''Yalnızlar'''ın diğer yalnızları... Ve ''Yalnızlar'''ın en yalnızı Gülgün (Sürtük)... Her işe koşulan, amansızca sömürülen, zengin olma hayalleri kuran, sayfalarını sürekli karıştırdığı 'Seksapel' dergisinde boy gösteren kızlar gibi olmak için yanıp tutuşan bir evlatlık. Zaven Biberyan, 1959 yılında ''Lıgırdadzı'' (Sürtük) ismini vererek Ermenice yazdığı ve daha sonra yine kendisinin Türkçeye çevirdiği, çevirirken de ''Yalnızlar'' başlığını uygun gördüğü bu ilk romanında, Gülgün'ün trajik hikayesi ekseninde, biri Türk, diğeri Ermeni bu iki komşu ailenin iki gününü gözümün önüne getirdi. Birbirlerine uzaklığı kapı zili mesafesinde olan iki ailenin yaşamlarını hiç kesiştirmeyerek, onlara birbirlerinin kapısını bir kez bile çaldırmayarak... Tıpkı kitabın kapağındaki fotoğraf gibi... Biberyan böyle yaparak, aynı toprağı, aynı havayı, aynı suyu yıllarca paylaşmış, ancak gün geçtikçe cemaatleşmiş, cematleştikçe de birbirine yabancılaşmış, tabiri caizse artık birbirine dokunmaktan bile imtina eden iki halkı da anlatıyor sanki. İki halkın derin yalnızlığını... Bunu Ermeni'yi, Türk'ü değil, insanı odağına alarak yapıyor. Irmak Zileli'nin kitapla ilgili yazısında altını çok doğru bir şekilde çizdiği gibi:
''Yazar Ermeniliğini ya da Türklüğünü metnin 'tasarımcısı' yapmadığında ortaya insan çıkıyor.''
Zaven Biberyan, bu iki aileyi hiç buluşturmaz, onları yalnızlıklarıyla baş başa bırakırken, metne arada sırada girip çıkan ama varlıklarını sürekli hissettiren iki karakterle adeta ışık saçar. Sürekli sinemaya giden Madam Verjin ve aynı evi paylaştığı, her gün klasik müzik dinleyen, Beethoven'in 'muvman'larıyla coşan, kiracısı emekli öğretmen Kazım Bey. Koca romanda cemaatin boyunlarına doladığı yuları koparmış, kimlikleri dillerine vurmamış ve beyinlerini ele geçirmemiş, birbirlerine dokunan bir tek onlardır. Bir tek onlar umut aşılar...
Bir önceki yazımda, Leylâ Erbil ile bu kadar geç buluştuğum için hayıflandığımı dile getirmiştim. Zaven Biberyan için de - kendimi tekrar etme pahasına - aynı şeyleri söylüyor, kendi adıma harika bir keşif olduğunu vurguluyorum. Aras Yayıncılığın açtığı küçük pencereden Ermenice edebiyata bakmak, o pencereden içeri girmek için siz de Zaven Biberyan'a dokunun.
''Yazar Ermeniliğini ya da Türklüğünü metnin 'tasarımcısı' yapmadığında ortaya insan çıkıyor.''
Zaven Biberyan, bu iki aileyi hiç buluşturmaz, onları yalnızlıklarıyla baş başa bırakırken, metne arada sırada girip çıkan ama varlıklarını sürekli hissettiren iki karakterle adeta ışık saçar. Sürekli sinemaya giden Madam Verjin ve aynı evi paylaştığı, her gün klasik müzik dinleyen, Beethoven'in 'muvman'larıyla coşan, kiracısı emekli öğretmen Kazım Bey. Koca romanda cemaatin boyunlarına doladığı yuları koparmış, kimlikleri dillerine vurmamış ve beyinlerini ele geçirmemiş, birbirlerine dokunan bir tek onlardır. Bir tek onlar umut aşılar...
Bir önceki yazımda, Leylâ Erbil ile bu kadar geç buluştuğum için hayıflandığımı dile getirmiştim. Zaven Biberyan için de - kendimi tekrar etme pahasına - aynı şeyleri söylüyor, kendi adıma harika bir keşif olduğunu vurguluyorum. Aras Yayıncılığın açtığı küçük pencereden Ermenice edebiyata bakmak, o pencereden içeri girmek için siz de Zaven Biberyan'a dokunun.
Zaven Biberyan (1921 - 1984)